Yurtdışında yaşayan, analiz ve gözlem yeteneğine güvendiğim, çok yetenekli bir arkadaşımla ara ara mektuplaşırım. Pandemi döneminde eve hapsolduğunda yalnızlık ve yabancılık üzerine düşünüyor. Bu konuda yaptığınız kısa bir yazışma, modern Türkiye ve Türk diasporası hakkında yeniden düşünmeme vesile oldu. Bu diyaloglar, Türkiye'de ve dünyanın dört bir yanında yaşayan Türklerin karşılaştığı zorluklar, aidiyet hissi ve topluluk oluşturma çabaları üzerine düşüncelerimi gözden geçirmemi sağladı.
Türkiye, son yıllarda büyük dönüşümler geçirdi. Bu diyalogdan anladım ki, toplumsal, ekonomik ve politik alanlardaki bu değişimler, (bazı) düşünen insanlara yalnız olduklarını ve başkaları tarafından anlaşılmadığını hissettiriyor. Özellikle toplumsal çatışmalar ve sınıf ayrımları, toplumun giderek parçalanmasına yol açtı. Eğitimli kesimler arasında artan kibir ve yabancılaşma, "biz" ve "onlar" diye bir ayrım yaratıyor ve geniş bir aidiyet hissi veya topluluk ruhu oluşturulmasını zorlaştırıyor.
Yurtdışında yaşayan Türkler için durum daha da karmaşık bir hal alıyor. Yeni bir ülkeye uyum sağlama çabası, kültürel ve dilsel zorluklarla birlikte, anavatanla olan bağların zayıflamasına neden oluyor. Uyum sağlama çabası, bireyin kendine yabancılaşma, yeni bir değer sistemi oluşturma, yeni bir aidiyet hissi inşa etme mücadelesini ön plana çıkarıyor. Bu durum, Türk diasporasının "aidiyet" krizini daha da derinleştiriyor. Anavatanlarındaki değerlerden ve kültürden uzaklaşma riskiyle karşı karşıya kalan bu insanlar, yeni ülkelerinde kendilerini kabul ettirmeye ve ait hissetmeye çalışıyor.
Peki, bu zorluklarla nasıl başa çıkılabilir? İletişimimizde öne çıkan bir tema...Karşılıklı anlayış ve empatiye dayalı, çeşitliliği kucaklayan bir topluluk anlayışının benimsenmesi gerekliliği. Aidiyet hissini yeniden inşa etmek ve topluluk bağlarını güçlendirmek için bireysel çıkarların önemsemesi kadar, ortak iyiliği gözetmek de önemlidir. Bu, en azından, birbirimizi dinlemek, anlamak ve desteklemek anlamına geliyor.
Modern dünyada, teknoloji ve sosyal medya, diasporadaki bireylerin birbirleriyle ve anavatanlarıyla bağlantıda kalmasını kolaylaştırırken, gerçek insan ilişkileri kurmak ve karşılıklı destek alışverişinde bulunabilmek için özel bir çaba harcamak gerekiyor. Gerçek topluluklar, somut eylemler ve ilişkiler üzerine kurulur ve bireylerin hem profesyonel hem de kişisel gelişimlerine katkıda bulunurken, zor zamanlarda bir destek ağı sunar. Yazışmalarımızda dile getirilen düşünceler, hem Türkiye'de hem de yurtdışında yaşayan Türkler olarak karşılaştığımız ortak zorlukları vurguluyor. Bu zorlukların üstesinden gelmek ve daha anlamlı topluluk bağları kurmak için, açık fikirli olmalı, önyargılarımızı aşmalı ve birbirimizin farklılıklarını anlamaya çalışmalıyız. Her birimizin oynayacağı bir rol var; ve bu zorluklar bizi daha güçlü, daha bağlı ve daha anlamlı ilişkiler kurabileceğimiz yeni yolculuklara doğru yönlendirebilir. Bunca lafın üzerine, gerçekten tüm bu olayın merkezine koyabileceğim bir duygu var. Umut.
Umudunuzu kaybetmeyin. Bilime, sanata, ülkemizin geleceğine dair, milletimizin bir arada yaşama isteğine dair umudunuzu yitirmeyin.
YAZIŞMALAR
Şahıs ismine gerek yok. Arada bazıları benim mesajlarım. Kendisinden izin almadan, anonim olarak, yargılamadan yayınlıyorum. Zaten pek okuma alışkanlığınız yok :)
--
40 yaşında yapayalnız bir insanım, kandırılmış bir milletin, kandırılmış milyonlarcasından biriyim. İnandığım Türkiye yok, inandığım toplum yok, inandığım insanlar yok. Bugüne kadar naif bir insan gibi çile çektim. Şimdi neyim var? Hiçbir şeyim yok.
Devletimizin umurunda olmayan bir halkız, milletimiz desen o da bitti. Millet nedir? Ortak ülkü ve çıkarları olan, beraber yaşama hevesi olan organize bir kitle, bu ortaklığı kültürle birleştirmiş olarak. Ben milletimize bakınca artık sınıflar görüyorum, ve güçlü olmak için güçlü olana biat etmeye hevesli, okumuşundan cahiline, solcusundan sağcısına göt yalayıcıların makam sahibi olduğu, muhalif iktidar fark etmeksizin çürümüş ve ruhunu kaybetmiş bir kitle.
Şimdi sana bir soru, ben Türk'üm, ne anlıyorum Türklükten? Yapayalnız bir insanım, yaşamın dışındayım, buradaki gelen kitleden o denli nefret ettim ki, yani çoğunluğu kastediyorum, o ODTÜ'lü tayfa başta olmak üzere, bu ülkenin okumuşunun tek derdinin sınıf atlamak olduğunu gördüm. Bu insanların aslında eleştirdikleri iktidarın insanlarından hiçbir farkı yok. Kendi küçük dünyalarında birbirlerini desteklerler, birbirlerini kıskanırlar da, diğer insanlara müthiş bir kibirle bakmanın ötesinde yaşamlarını bu kibri elde etmek için çabalamalarıyla kurmuşlardır. Bu da Türk, ben de Türk'üm.
Çok sevdiğim bir dostum var, o Türkiye'de Alevi ve Kürt olduğu için ülkenin daha da boktan taraflarını da görmüş, on numara bir adam. Kişilik karakter olarak, adam on numara bak bunu herkes için demem. O da benim gibi, kanı sıcak, insana yakın, -------'da yaşıyor benden sonra geldi. Adam bir firmada çalışıyor, oraya Boğaziçi'li bir kız geliyor, buna yardım ediyorlar, bu eleman Belçika'da yaşadığı ırkçılığa dair bir iki şey diyor diğer arkadaşına, sonra bu kız atlayıp "ya buralara gelip eski gelen cahil Türkler gibi sıkıntı yaşamayı da anlamıyorum", arada da "zaten ODTÜ, Boğaziçi, İTÜ gibi okullardan mezun olmayanlar salak değil mi?" gibi bir aptalca, ahmakça ve haddini bilmez bir cümle ediyor. Bunun üzerine masadaki başka bir arkadaş "Biz size yetmeyiz, bu masa salaklardan oluşuyor, istersen daha akıllı bir masaya oturabilirsin" gibi bir şey diyor. İşte bizim okumuşumuzun vizyonu bu kadar hocam.
Ben bu kitleden nefret ediyorum ve nefreti tiksinmeyi geçtim, günahı olsa vermeyecek, güçlüye yamanmak ve hazıra konmak için uğraşan, çabası da bunun üzerine kurulu bir skime yaramaz bir kitledir bu.
Şimdi tekrar şunu diyeceğim. Başkan ben Türk'üm, ama Türklükten bir bok anlamıyorum. Bakıyorum Türkiye'ye dönsem, bu yaşta orada iş bulabileceğimden bile emin değilim, bulsam, tutunabileceğimden emin değilim. Benim için Türkiye dışında çalışmak, hem daha kolay, hem daha çok kazanma şansım daha yüksek. Bu acı bir olay. -----------'daki gibi --------- gibi bir boktan anlamayan (o hıyar oğlu hıyarın nasıl Türkiye derecesi yapıp Boğaziçi Bilg'e girdiğini de anlamış değilim, beyinsiz cahil herifin teki lan o) insanların ağız kokusunu çekmek istemediğim için.
Hocam, --- birbirini tutuyor, belirli bir sınıfa dahil insanlar, okul gibi komüniteler birbirini tutuyor, e cemaatler birbirini tutuyor, bize de s.. tutmak düşüyor. Benim kendime sorum, benim ve bu arkadaş gibi insanların cemaati kim? Böyle ayazda kalmış bekçi çükü gibi kalakaldık işte, ne yapıyorsak kendimiz yapıyoruz. Halbuki ben işimin görülmesini isterim, bir telefon açıp hal hatır soracak insan bile yok neredeyse etrafımda, bu kadar az, bu kadar yalnız, bu kadar vatansız ve kimliksiziz. Cana yakınlığın, vefakarlığın karşılığı işte budur.
Şunu düşündüm, buraya geliyor insanlar, buradaki a.. k.. Fetö'cüleri insanları tavlamak için kılıktan kılığa girip onların her derdini çözmeye çalışıyor. Aslında bu ibneler, devletsiz ve yalnız kalmış insanların sorunlarını çözerek güçlenmişler zaten. Bak, adam bir sorunu çözmüş, problem ortada, eğer bir devlet halkını umursamıyorsa, bir toplum beraber yaşamanın gereklerine dair değerlerini yitirmişse, bir aç komşuya tok komşu kapısını çalmıyorsa başına bela almamak için, bir başına gurbette akşam geçiren benim gibi insanlar da yok sayılıyorsa, aidiyet nedir, toplum nedir?
Hem bu sorunlar hem Türkiye'de böyle, hem yurtdışında böyle. Ben ta 2014'te bir Türk diasporasının oluşacağını görmüştüm, o zaman buna dair yazı yazmıştım, sonra sildim. Hatta bazıları dalga geçti, şimdi daha iyi anlıyorum niye dalga geçtiklerini. Adam Türklüğünü unutmaya geliyor buraya, kendinden nefret ediyor, yarın Hollandalı olsa, bu sefer ilk sorunda Hollandalılığı unutacak, her şekle girer, çıkarı için, kalıcı hiçbir şey bırakamaz. Çünkü ahmak insanlar, kısa vadeli düşünür, bencildir, ilkeldir. Bu insanlarla benim mezhebim bir mi? Ya da benim gibi değerleri olan insan aynı kümeye girebilir mi?
Keşke kendi aramızda, adı konulmuş bir kardeşliğimiz olsa, hayatın her alanında birbirimize destek olabileceğimiz seçme insanlar olsa. Ben bunu yapabileceğimden emin değilim, insanların basit yaşamsal sorunlarını çözebilecek ve sığınabilecekleri, güç alabilecek ve güç katabilecekleri bir grup insan, bence koca dünyaya yeğdir. Sen ne düşünüyorsun?
-----
İnsanlar mutsuz. Sokaktaki bir yere yetişme telaşı, hayatta kalma/yarın ne olacak kaygısı, İstanbul'da bolca görülebilecek çürümüşlük... Mutsuz kardeşim. Mutsuzluğunun yanında, kendi başına. Bir aradalık da aile babalarının, mahalle abilerinin, siyasi parti ilçe başkanlarının, cemaatlerin ve hatta yoga hocalarının da dahil edilebileceği minik güç odakları çevresine toplanmış minik kabileler içinde olabiliyor. Ama ben dezavantajlı bireye sahip, düşmüş veya zor durumdaki ailelerin yalnızlığına üzülüyorum. Dışarısı çok umurumda değil, ben gitmeyi tercih etmeyenlerdenim. Fakat Türkiye'de, "normal" bireyler için tasarlanmış bir sistemde insanlar bu haldeyse, dezavantajlı bireylere sahip ileler için ciddi bir "birlik" olması gerektiğine inanıyorum. Konuyu dağıtmayayım...
Ben bir birey olarak bu kabileler içinde olmayı istemiyorum, öyle planlı programlı bir çaba değil benimkisi fakat kendi dünyam içerisinde kalmayı tercih ediyorum. Bir zamanlar şehrin içinde biraz korunaklı bir arazide sevdiğim arkadaşlarımdan oluşan, yatay mimari ile yapılmış bir site yapmak ve içinde yaşamak hayalim vardı. Belki yaparım bir gün. Sadece evlenip arkadaşlarından kopan erkek arkadaşlara bir sitemim var, onları da yeri geldikçe kılıbıklıkla itham edip köşeme geri dönüyorum :)
Bir yere ait olma ihtiyacı gerçekten bir ihtiyaç mı? Kendi başına mutlu olmayı bilmeyen sürüyle insanın var olmasının sebebini ben hayatta kalma çabasına, takdir edilme arzusuna ve gelecek kaygısının sistematik olarak yaşanmasına bağlıyorum.
Türkiye'de bulunan işletmeleri yönetenlerin de bu toplumun dışından elemanlar olmadığını düşündükçe, o çembere sıkışmışlık hissinin sebebini de daha iyi anlayabiliyorum. Yolda giden iki tekerlekli bisikletler gibiyiz, yürüdükçe dengede duruyoruz, durma şansımız yok. Zaten durmamak gerekiyor burada.
Neyse...
Tek hıyar o Boğaziçili kız değil, onlardan sürüyle var. Okumuşu arasından, arkadaşımız dediklerimiz arasından da hıyar çıkıyor. --- ile telegramda yaptığımız yazışmayı düşün, adamı her türlü sosyal medya kanalından engelledim, tek ortak telegram grubumuzda görebiliyorum. İyi insanlar da anlaşamayabiliyor, kibir... Bu arada Türkiye'ye döndüğün anda burada iş bulabilirsin, maaşlar da neredeyse Avrupa seviyesine geliyor... Fakat sokağa çıktığında konforlu bir yaşam alanı bulmak istiyorsan, göstermelik de olsa birbirine saygı gösteren insanlar görmek istiyorsan tekrar düşün.
Hocam, biz istesek de istemesek de Türk'üz. Ve yüzyıllardır süregelen yenilgiler silsilesi sebebiyle bir fetret devri yaşıyoruz. Senin Türk diasporasını yazdığın gibi, ben de 2008'da falan yakın gelecekte olacak olan Türk sorunu hakkında bir şeyler yazmıştım. Benzer şekilde sildim. Anlıyorum...
Geçen yılların bana öğrettiği tek şey şu, bir çıkar odaklı olmayan tüm bir aradalıkların, çetelerin, örgütlerin günün sonunda dağıldığı. Bir arada olmayı istediğin insanlara para kazandırabilecek bir ticari organizasyon kurabilirsen ancak o zaman insanlar -onurlarından ve kişiliklerinden taviz vermeden- bir arada dururlar. Kendi aramızda ise çıkar odaklı olmayan bir grubumuz var zaten sevgili dostum, bunun adı arkadaşlık. <burada arkadaşlık ilişkilerine çeşitli örnekler>... yollayabiliyorsa bu ilişki ağı zaten hayatımızın içinde değil mi?